16. Yüzyılda kahve içme alışkanlığı, henüz İslam coğrafyasındaki en geniş sınırlarına varmışken, bu ilginç ve tartışmalı maddenin kökeni hakkında da ilk ciddi merak dalgası uyanmış ve oldukça belirsiz rivayerlerin ışığında bazı bilgiler elde edilebilmiştir. Ancak bu bilgiler, üzeri yoğun bir mitolojik anlam tabakasıyla örtülmüş biçimde ortaya çıkmıştı. Bu tabakaları birer birer kaldırarak kahvenin tarihsel gerçekliğine ulaşmak, günümüze kadar kültür antropolojisi ve etnolojisinin uğraştığı en çetin problemlerin başında gelmektedir.

Kahvenin anavatanı hakkında bugün tartışmasız kesin bilgilere sahibiz. Güney Etiyopya’nın (Habeşistan) yüksek yaylaları, yabani kahve bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerdir. Çok eski zamanlardan beri yerli halk bu bitkinin tanelerini un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyor ve bu bensin türü kabile hayatının temel ihtiyaç maddeleri arasında yer alıyordu. Bu açıdan bakıldığında kahve içme alışkanlığından önce, yeme alışkanlığının geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Kahvenin mitolojik serüveni işte tam burada, bir yiyecek maddesinden bir içecek maddesine dönüştüğü noktada başlar. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti; başka bir deyişle kahve içmi ilk kim keşfetti?

Bu soruların cevabı bizde. Ortaçağ İslam kültürünün bütün sosya-kültürel olguları mitolojik kökenlere bağlayan mistik söylemi verir. Birkaç versiyonu bulunan bu söylem, kahvenin keşfini dini kimliklerin şifa dağıtıcı özellerikerine bağlayarak sunmaktadır. Ebu Tayyib el-Gazzi'nin aktardığı bir rivayete göre kahveyi şifa amacıyla bir içecek olarak keşfeden ilk kişi Hz. Süleyman’ır. Çıktığı uzun yolculukların birinde uğradığı kasabanın bütün halkının bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını gören Hz. Süleyman, kendisine Cebrail tarafından verilen buyruk üzerine kahve çekirdeklerini kavurarak koyu bir içecek hazırlar ve hastalara dağıtır. Buna benzer bir diğer rivayet de İbn Sina’ya atıfta bulunur; ancak bir önceki gibi tarihsel gerçeklerle uyuşmaz. Bir başka önemli rivayet, özellikle halk tabakasında bugün bile geçerliliğini koruyan mistik içerikli yorumdur. Kahvenin keşfini Şazeli tarikatının piri Ebu’l-Hasan Ali eş-Şazeli’ye (ö.l1258) bağlayan bu yorum, kendi içinde çelişkili olmakla beraber, kahvenin sûfi çerçevelerindeki yaygın şöhretini vurgular. Diğer taraftan bu keşif, Fas’tan Mısır’a kadar Kuzey Afrika sahilini dolaşmış ve mistik öğretisini Hac yolu boyunca yaygınlaştırmış bi mutasavvıfla ilişkilendiren söz konusu rivayet, aynı zamanda bize kahve içme alışkanlığının başlangıcı ve coğrafi dağılımı hakkında da ilk ipuçlarını verir.

15. Yüzyıl başlarında kahvenin dervişler tarafından işlevsel bir amaçla içildiği kesindir. 1418’de vefat eden Ali İbn Ömer eş-Şazekkş’nin Emir Sadeddin tarafından Mokha’ya sürgün gönderildiği dönemde bu içeceği çevresindekilere tanıttığı ve böylece tarikat menupları arasında yaygınlaştığı bilinmektedir. Kahvenin tasavvuf kültürü içinde rağbet bulmasının başlıca nedeni, içerdiği kafein maddesinin zihni açık tutucu ve uykuyu giderici özellğinden ötürü, bilhassa uzun süren zikir meclislerinde dervişleri zinde tutmasıi dolayısıyla mistik vecdin daha derinden yaşanmasına olanak sağlamasındandı. Başlangıçta bu tür bir pratik amaca hizmet eden kahve kullanımı, zamanla tarikat ritüellerini manevi açıdan tamamlayan karmaşık bir ayin düzeninin yaratıcısı oldu. Bunun açık anlamı, kahve içme eyleminin bir dizi mistik içerikli kurala bağlanmasıydı. Diğer taraftan kahve, anavatanı olan Etiyopya’nın dışına çıkartılarak kısa sürede Yakındoğu’nun tamamına yaygınlaştırılmasını tarikatlara borçludur.