Osmanlı reformlar çağının en sancılı yıllarına, II. Mahmud dönemi İstanbul’unda tanıklık eden İngiliz gezgin  Charles MacFarlane, şehir hayatının kabuk değiştiren kültürel dokusu üzerine yaptığı gözlemlerini yaptığı şu kesin yargı ile noktalar: “Türkler kahvesiz yaşamaz.”

Bir oryantalist kalemden çıkma bu yargı ,değişen hayatın kültürel girdabında kendi alışkanlıklarının  izini süren, kahve ve tütünün verdiği zevki bütün dünya nimetlerinin üstünde tutan geleneksel Türk imajına göndermede bulunur. Aynı zamanda çizilen bu görüntü, akıp giden zaman içinde kendi yarattığı hayat sahasının tek efendisi olan Doğulu insanın da zihniyet portresidir. Salaş bir kahvehane peykesine bağdaş kurmuş, marpucundan usulca nefes çekip  kahvesini yudumlayan bu insan  suküt ile murakabe arasında sanki zaman ötesi bir hayat tarzının gözle görülemeyen, ancak duyarla algılanabilecek kültürel kozasını örmektedir. Etrafı mistik, tevekkül, geneleksel  kayıtsızlık ve bireysen teneccüs ile kuşatılan bu hassas koza,  içinde  ait bulunduğu medeniyetin toplumsal alışkanlıklarını barındıran zengin bir düşünüş ve davranış biçimleri antolojisidir.

Toplumsal alışkanlıklar, medeniyetlerin özüdür. İslam Ortaçağı ile Rönesans sonrası Avrupa dünyası arasında köprü kuran bir fincan kahve, yarattığı alışkanlık ile tahminlerin ötesinde varolan son derece karmaşık bir kültürel ilişkiler sistemini inşa etmiştir. Daha önce bu geniş coğrafyada mevcut  olmayan  pek çok gelenek ve davranış tarzı. Akdeniz çevresindeki kültürlere doğrudan yansıyan kahve alışkanlığının  yol açtığı sosyallaşme  biçimleriyle şekillenir.Doğu insanı ilk defa bu sıcak ve koyu içeceğin cazibesine kapılarak o zamana kadar aksi düşünülemeyecek toplumsal sorumlulukların, yani idini hayat ve gündelik kazanç faaliyetlerinin dışına adım atarak  yeni bir hayatın olanaklarını keşfeder. Kahvehane mangalları etrafında oluşturulan  sohbet halkaları  bu gizemli içeceğin verdiği hazza tutsak düşmüş insanların ortaklaşa dokundukları yeni hayat  felsefesini  şeklillendirir: Çapı giderek genişleyen kültürel dolaşım şebekesini kurar ve kaçınılmaz olarak toplumun bütün katmanlarını kuşatan bir sosyalleşme hareketini başlatır.Bunun anlamı , devlet ricali,medrese uleması,cami cemaati,tekke muhibbanı, çarşı esnafı ve mahalle sakinlerinin kendi kapalı çevrelerine ait mesleki bilgi ve görgüyü kahvehanelerin  sağladığı yüzyüze ilişki ortamına taşıyarak gündelik hayatın gerçekleriyle harmanlanmış bir toplum tasarımını herkesin paylaşımına sunmaktır. Bu açıdan kahve, İslam coğrafyasında yarattığı alışkanlığının adeta peşinde sürüklenen yeni bir toplum modenilin, sosyalleşmeye dayalı temelini atmıştır.

İslam dünyası ile Avrupa arasındaki kültürel dolaşımı sağlayan, ticaret yollarını canlandıran ve farklı toplumsal zihniyet şekillerini birinden diğerine aktaran evrensel mekanizmanın odağında, tarih boyunca bağımlılık yaratan tüketim maddelerinin yer alması, aynı zamanda insan  tabiatının zaaf ve kudretini gözler önüne seren karmaşık bir psikolojinin ürünüdür. Her çağ bu psikolojinin kamçıladığı toplumsal arzuları tatmin amacıyla uzak coğrafyalara doğru genişleyen bir bakış açısına sahip olmuş, sonuçta keşfedilen ülkelerin zenginlikleri , birer tüketim maddesi kaynağına dönüşerek yeni hayat tarzlarının öncülüğünü yapan toplumsal sınıflara ayrıcalık ve üstünlük sağlamıştır. Bu açıdan ele alındığında Antikçağa damgasını vuran büyük toplumsal arzuların, küçük bir ipek kozasına hapsolduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü ipek, Çin’den Roma’ya uzanan bütün bir antik dünyanı toplumsal statülerini belirleyen en eski tüketim sembollerinden birisidir. Ortaçağ bu geleneği baharatın cazibesine kapılarak devam ettirir. Feodal beylerin sofraları Malakka ve Hindistan’dan getirilen baharatın yarattığı yeni damak zevkine ve bu zevkin ayrıcalıklı kıldığı yönetici sınıfın kültürel estetiğine sahne olur. 17. yüzyıl başlarında  baharatın Avrupa’daki saltanatı sona erer ve kahve yakınçağın aristokratik tutkularını alevlendirir.

İpek, baharat ve kahve: hepsi de Doğu’dan Batı’ya ihraç edilen lüks tüketim maddeleridir. Kendi efsaneleriyle birlikte pek çok gizemli hikayeyi de kervan yolları boyunca taşımışlar, bir yandan eski dünya ticaretini, diğer yandan da kırsal hayat tarzının şehirleşmeye doğru geçirdiği evrim sürecinde ortaya çıkan yeni duyuş ve düşünüş biçimlerini canlandırmışlardır. 15. Yüzyıl sonlarından itibaren kahvenin mitolojik giyisilerinden soyunup gündelik hayatın  içinde yer alması, Doğu mirasının dünya kültür tarihine kazandırdığı en ilginç ve renkli sayfalarından birisini oluşturmaktadır.